Uzun Bir Yolculuk
İstanbul’da havaların soğuk olduğu bir Cumartesi sabahı Amerika’da yüksek lisans yapan arkadaşım Simge’yi ziyaret etmek ve daha önce gitmediğim Los Angeles’ı keşfetmek üzere yola çıktım. Önce İstanbul’dan New York’a uçacak, oradan aktarma sayesinde Los Angeles’a gidecektim. Ancak uçağım hava şartları nedeniyle New York’a iniş yapamadı. Bir miktar New York üzerinde uçtuktan sonra yakıt ikmali yapmak üzere Boston’a doğru yola koyulduk. Ben yolculuğun büyük bir kısmını kitap dergi okuyarak, diğer kısmını da uyuyarak geçirdiğim için daha sıkılmamış ve geri kalan yolcular gibi huysuzlanmaya henüz başlamamıştım. Ancak Boston’da yakıt ikmali nerdeyse 3 saat sürünce hostesler açlığım ve susuzluğuma çare bulmak için bana yardımcı olmayınca çoğunluğa uyarak öflenip pöflenmeye başladım ben de. Yakıt ikmali tamamlanınca New York’a gitmek üzere tekrar yola çıktık. Pilotumuz 3 kez New York’a inmeyi denedi ancak kar yağışı ve şiddetli rüzgar buna izin vermedi. Bu arada aktarma uçağımı kaçırdığımı söylememe gerek yok herhalde. Pilotun her iniş denemesinde uçak şiddetli bir şekilde sallanıyordu, yolculardan bir kısmı ağlamaya, bir kısmı söylenmeye başladı. Yanımda oturan orta yaşın üzerindeki bayan yolcu korkudan elimi bile tuttu. Uçakta doğum yapmak üzere Amerika’ya giden anne adaylarından biri bu yolculuk sırasında nasıl oldu da erken doğum yapmadı diye düşündüm. Sonrasında ekranda “Şikago” yazdı. O zaman New York’a iniş yapamayacağımızı ve Şikoya’ya gittiğimizi anladık. Yaklaşık iki saat sonra Şikago’ya indiğimizde oturmaktan her yanım ağrıyordu. Pasaport kontrolünden sonra ertesi sabah nasıl New York’a uçacağımızı öğrenmek üzere sonra havayollarının standına gittik. Havayolu görevlisi, tatil sebebiyle sabah uçaklarının dolu olduğunu ancak yarın akşam bizim için ek sefer yapılacağını söyleyince Los Angeles’a gitme hayalimin asla gerçekleşemeyeceğini anladım. Zira New York’tan Los Angeles’a da nerdeyse tüm uçuşlar doluydu ve ben ancak Çarşamba günü Los Angeles’a uçabilecektim. Eve dönsem daha iyiydi. Bunun üzerine havayolu görevlisinin gözlerinin içine bakarak beni bir şekilde direkt olarak Los Angeles’a uçurmalarını, tekrar New York’a gitmeyeceğimi, New York’a dönersem Los Angeles tatilimin bir hayal olacağını kibarca (!?) anlattım. Bu konuşmamın ardından 6 saat sonra Şikago’dan Los Angeles’a giden uçakta cam kenarındaki koltuğumda oturuyordum.
Simge beni havaalanında karşıladı. Los Angeles’a ayak basar basmaz çizmeler yerini terliklere, kalın kazaklarım ise yerini t-shirtlere bıraktı. Hava otuz derece ve harika. İnsan kışın ortasında güneş görünce tarif edilemez bir mutluluk yaşıyor. Eve uğrayıp eşyalarımızı bıraktıktan sonra önce babamın biz çocukken gittiği ve bana bir sürü hediye getirdiği Universal Studios’a gittik. Öğle yemeği sonrasında Jurassic Park – The Ride isimli emniyet kemerlerinizi bağladığınız bot şeklinde bir araca binerek 5,5 dakikada nefeslerinizi tutarak – ya da benim gibi çığlığı basarak – dinozorlar alemini gezdiğiniz tur ile mumyaların etrafınızı sardığı ve her bir köşeden bir iskeletin fırladığı Mummy Ride’ı yaptıktan sonra filmlerin ve dizilerin çekildiği stüdyo tarafında gidiyoruz. Burada “Büyük Stüdyo Turu”na bilet alarak, otobüsteki yerimizi alıyoruz. “Back to the Future”, “Batman and Robin”, “Jaws” filmlerinin çekildiği yerleri görüyoruz. Gezi boyunca Whoopi Goldberg’in sunduğu bir video kaydı bize gittiğimiz yerler ve orada çekilen filmler hakkında bilgi veriyor. Bazı bölümlerde hala çekim olduğu için oraları göremiyoruz.
Bir metro istasyonu modelinin içine girdiğimizde ise aniden yer yarılıyor, alevler çıkıyor, borular patlıyor ve etrafı seller basıyor. Bizler ne olduğunu anlamaya çalışırken Whoopi bu tür film hilelerinin aksiyon sahnelerinde nasıl kullanıldığını anlatıyor bizlere. Cnbc- e kanalının en çok izlenen dizilerinden biri olan “Desperate House Wifes”ın (Çaresiz Ev Kadınları) da dış çekimleri bu stüdyolarda yapılıyormuş. Meşhur Wisteria Lane sokağını da bu vesileyle görüyoruz. Uçak kazalarını, yanın evleri geçtikten sonra Jaws’ın (Köpekbalığı) yaşadığı gölün yanından geçerken Jaws aniden sudan çıkarak otobüsteki tüm yolcuları korkutuyor.
Walk of Fame (Şöhret Yolu)
Hollywood’ta çekilen birçok filmde gördüğümüz meşhur Sunset Bulvarı’ndan geçerek ünlülerin yıldızlarının bulunduğu “Walk of Fame”i görmeye Hollywood Bulvarı’na geliyoruz. Academy Awards’a (Akademi Ödülleri) ev sahipliği yapan Kodak Theatre (Kodak Tiyatrosu), Chinese Theatre, meşhur Rossevelt Oteli bu bulvar üzerinde yer alıyor. Ünlülerin isimlerinin yazdığı ve sanatın hangi dalı ile uğraştıklarını gösteren yıldızların bulunduğu kaldırımların haftada en az 6 kere temizlendiğini öğrendiğimde bu kaldırımların ne kadar kalabalık olduğunu gördüğüm için pek de şaşırmıyorum. Herkes beğendiği televizyon yıldızının, şarkıcının ya da artistin yerdeki yıldızının fotoğrafını çekmek istediği için bu kaldırımlarda yürümek ayrı bir beceri istiyor.
Beverly Hills ve Rodeo Drive
Beverly Hills’in iki yanı palmiyelerle çevrili, muhteşem villalara – daha doğrusu malikhanelere – ev sahipliği yapan sokaklarında araba ile dolaşıyoruz. Evlerin önündeki ağaçların çokluğu, yan duvarların yüksekliği orada ünlü birilerinin yaşadığına dair bize ipucu veriyor. Ünlülerin hangi evde oturduğunu öğrenmek için turistik turlar bile düzenleniyor.
Beverly Hills Hotel ve Hotel Bel-Air’ı gördükten sonra Dior, Hermés, Louis Vuitton, Gucci, Prada, Tiffany&Co, D&G gibi lüks mağazaların yer aldığı ünlü bir alışveriş merkezi olan Rodeo Drive’a gidiyoruz. Buranın dakika başı önümüzden geçen lüks arabalar ya da limuzinler dışında Nişantaşı’ndan farkı yok gibi. Pretty Woman filminde Richard Gere ve Julia Roberts’ın kaldıkları Beverly Wilshire Oteli’de Rodeo Drive üzerinde yer alıyor.
Bir cevap yazın