Daha önce Bondi Plajı’nı anlatmış, Sidney’de neler yaptığımı ayrıntılı olarak yazacağımı söylemiştim. Bondi’yi merak ediyorsan buraya tıklamalısın. Bondi Plajı yakınlarında, Bondi Junction’daki Westfield Alışveriş Merkezi’nde Chanel, Maxmara, Louis Vuitton, Karen Millen, Coach gibi lüks markaları bulmak mümkün. 6. katta Bondi Pizza isimli bir İtalyan restoranı var. Soğan halkaları muhteşem lezzetli.
Sidney’deki ikinci günümüzde Featherdale Wildlife Park’a gitmek üzere günü birlik tur almaya karar veriyoruz. Otelimiz bu konuda bize yardımcı oluyor. Sabah 7:30’da bizi almaya gelen otobüse biniyoruz ve New South Wales tarafındaki Featherdale Wildlife Park ve Blue Mountains’a doğru yola çıkıyoruz (Tam günlük tur kişi başı 99 Avustralya Doları). Yolda 2000 Olimpiyatlarına ev sahipliği yapan Sidney Olimpiyat Parkı’nda kısa bir mola veriyoruz.
Featherdale Wildlife Park’a vardığımızda gerçekten çok heyecanlıydım. Uzun zamandır beklediğim şey gerçek olacak, en nihayet koala görecek ve ona dokunabilecektim. Featherdale’de koalaların günde 20-22 saat uyuduklarını ve sadece Okaliptüs ağacının – ve sadece bir çeşit Okaliptüs ağacının, hepsinin değil – yaprakları ile beslendiklerini öğreniyorum. Aldıkları enerji de onları sadece 2-3 saat uyanık tutmaya yetiyor. Bilinenin aksine, okaliptüs yaprakları koalalarda kafa yapmıyormuş…
Kangurular da çok sevimli hayvanlar demiş miydim? Gruptan bazıları annelerinin kesesinden kafasını çıkaran yavruları görme şansına sahip olsa da ben o azınlıktan değilim.
Öğle yemeği için Katoomba’ya gidiyoruz. Bir kafede oturduğumuzda bal kabağı çorbası siparişi veriyorum. Buradaki Paragon Cafe koyu kahve ahşap dekorasyonu ve aynalı duvarları ile eski zamanlardan kalma. Yemek için bir başka önerim de Blue M Food & Cafe.
Katoomba şelalerini gördükten sonra Blue Mountains National Park’a gidiyoruz. Teleferiğe biniyoruz, trenle aşağıya iniyoruz. Burada Three Sisters (Üç Kızkardeş) adı ile anılan kayaları görüyoruz. Bu doğa harikalarının fotoğrafını çekmek için dönüş yolunda Echo Point’te mola veriyoruz.
Sabah erken başlayan gezimiz akşam saat 19:00 gibi sona eriyor. Otele vardığımızda yorgun olduğumuzu anlıyoruz. Akşam yemeği için Rockpool Bar &Grill’e gidiyoruz. Rockpool Bar &Grill, Avusturya Gourmet Traveller Dergisi tarafından verilen “2011 En İyi Restaurant” listesinde 13. numara. Grubun Rockpool isimli diğer restoranı ise listede 2 numarada yer alıyor.
Ertesi gün sabah erken kalkıyoruz. Kahvaltı sonrası istikamet Queen Victoria Building alışveriş merkezi. Alışveriş merkezi deyince aklına İstinye Park, Kanyon vs. gibi bir yer gelmesin. Seyahatlerde alışveriş merkezi gezme gibi bir alışkanlığım pek yok benim. QVB’e gitme amacım da alışverişten ziyade bu binanın mimarisi. Fransız tasarımcı Pierre Cardin de QVB için “Dünyadaki en güzel alışveriş merkezi” demiş.
1898’de inşa edilip Birinci Dünya Savaşı sırasında kapanan ve savaş sonrası tekrar açılan alışveriş merkezinin en göz alıcı parçası içerisindeki kocaman saat. Neil Glasser’in 1982’de tasarladığı bu saatten gözlerimi alamıyorum. Sakallı saatin üzerindeki askerlerin fotoğraflarını çekiyor dakikalarca. Her saat başı bu minyatürler adeta bir piyes sergiliyor. QVB içerisindeki tüm mağazaların vitrinleri özenle dekore edilmiş. QVB’de kadınlar için; David Lawrence, Cue, Saba ve Country Road isimli butikler, erkekler için ise Politix, Joe Bananas ve Oxford Shop beğendiğimiz butiklerin başında geliyor. Buraya daha sonra yukardaki “The Tea Room” da çay içmek için tekrar geliyoruz. Oyuncak ve minyatür seviyorsan QVB’deki White isimli oyuncak dükkanına ve asker minyatürleri satan Elite Military Miniatures’a (www.toysolidiers.com.au) mutlaka uğramalısın. Alessi, Eva Solo, Stelton, Built gibi markaların ürünlerini satan dekorasyon dükkanı Bristol & Brooks’ta ilginç tasarımlar bulabilirsin (www.bristolandbrooks.com.au).
QVB’den çıktıktan sonra 305 metre yüksekliğinde Sidney’in en yüksek binası olan Sydney Tower’a çıkıyoruz. Manzara şahane. Yılda nerdeyse bir milyon kişi tarafından ziyaret edilen Sydney Tower’da isteyenler – cesareti olanlar – tepede, binanın dışında dolaşmaya çıkabiliyor. Henüz 300 metrede dışarıda dolaşacak cesaretim yok! Burası sabah 9’dan akşam 22:30’a dek açık.
Manzara seyretme seansından sonra şehrin en güzel pasajlarından biri olan Strand Arcade’e gidiyoruz. Strand Arcade, şehrin en büyük alışveriş caddelerinden biri olan George Street üzerinde yer alıyor. Strand Arcade’de ağırlıklı olarak Avustralyalı tasarımcıların butikleri var; Alex Perry, Wayne Cooper, Jayson Brunsdon, Alannah Hill, Zimmermann, Leona Edmiston ve Lisa Ho. Dinosaur Design’daki takıları beğeniyorum. Oyuncak asker koleksiyonun varsa Peter Nathan Toy Soldiers’a mutlaka göz at derim (No 18- Kat 2).
Sonrasında George Street’te dolaşıyor, Sidney’de yaşayanları izliyorum. Öğle yemeği için Avusturya Gourmet Traveller Dergisi tarafından verilen “2011 En İyi Restaurant” listesinde 7. sırada yer alan, bu sene Good Food Guide tarafından 3 yıldızla ödüllendirilmiş EST’e gidiyoruz (252 George Street). Şef Peter Doyle harikalar yaratıyor mutfakta. Yemekler basit ve lezzetli. Kalabalık olduğundan arka bahçede yer bulamıyoruz ve birçok kişinin yaptığı gibi barda yemek yemeye karar veriyoruz.
Yemek sonrasında Sidney’in sembolü haline gelen Opera Binası’nı gezmeye gidiyoruz. Opera Binası’nı ancak rehber eşliğinde ve belli saatlerde gezebiliyorsunuz. 4 farklı tur seçeneğinden birini seçip o saatte rehberinizle birlikte dolaşmaya başlıyorsunuz. Opera Binası’nı kendi başımıza gezemeyeceğimizi anlayınca turlardan biriyle mi gezsek diye bakınırken birden oyunlardan birine bilet almaya karar veriyoruz. Opera Binası’ndan dönüşte Sakallı ile bir fotoğraf çektirelim istiyoruz, arkamızda Opera Binası, Sidney hatırası. Ancak bu pek mümkün olmuyor zira makinemizi fotoğrafımızı çeksin diye verdiğimiz kişiler ya binanın tepesini kesiyor, ya bizim kafamızı ya da fotoğrafı yamuk çekiyor. Sakallı; “Şimdi anladım bu Japonlar, Çinliler neden bu kadar çok fotoğraf çekiyor, bunlar 100 tane çekiyorlar ancak 5 tanesi düzgün çıkıyor herhalde” diyor. Gülüyorum.
Fotoğraftan vazgeçip Darling Harbour’a gidiyoruz. Burada önce Sidney Wildlife Park’a sonrasında da Aquarium’a gidiyoruz. Hayvanat bahçelerinden pek hoşlanmıyorum. Ancak Wildlife Park’ta hayvanların geniş alanlarda rahat rahat dolaştıklarını ve bakıcılarının çok özenli bir şekilde çalıştığını görünce burayı gezme konusunda bir istisna yapıyorum.
Akşam otelin bize önerdiği Wild Fire isimli restoranda yemek yiyoruz. Wildfire’ın kocaman ters bir çiçeği andıran avizelerine bayılıyorum. Tabağımdan çok tepeme bakıyorum yemek boyunca.
Bir cevap yazın