2010 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapan, Atlantik ve Hint Okyanusları’na kıyısı olan, doğal güzellikleri ile büyüleyici şehir Cape Town
Geçtiğimiz yaz dünya kupası için kendini yenileyen Cape Town’a kış aylarında yazı yaşamak için gidiyoruz. İstanbul’un yağmurlu, kapalı Aralık havasını arkamızda bırakarak, İstanbul-Atina-Johannesburg aktarmalarıyla Cape Town’a varıyoruz. Daha uçaktan inmeden üzerimizdeki kalın kazaklar fazla geliyor, güneş gözlüklerimizi çantalardan çıkarıyoruz.
Cape Town sırtını bir masayı andıran Table Mountain’a (Masa Dağı) dayamış, yüzünü okyanusa vermiş bir şehir. Table Mountain adından da anlaşılacağı üzere yukarıdan bakıldığında masa şeklinde bir dağ. Dağın yüksekliği 1086 metre, şehrin simgesi durumunda. Gün doğumunda ya da batımında teleferik ile dağın tepesine çıkarak manzara seyretmenin keyfi başka.
Otelimiz Victoria and Albert Waterfront’ta yer alıyor. Otele vardığımızda Afrikalı arkadaşım Meryl’den gelen hediye paketi karşılıyor beni. İçerisinde Cape Town ile ilgili bilgiler içeren dergiler, çay ve güneşten korunmak için şapka var. Meryl bizi geceleri yalnız dolaşmamak konusunda uyarıyor, her ne kadar biz burada geçirdiğimiz süre boyunca bir sorun yaşamadıysak da, Cape Town’un tehlikeli bir şehir olduğu söyleniyor.
Cape Town’ın en büyük özelliklerinden biri şehrin içerisinde başlayan bağlarda üretilen kaliteli ve lezzetli şarapları. Şehir 400 yıllık bağcılık tecrübesine sahip. İlk gün şarap tadım turuna katılıyoruz ve Cape Town’a 40 dakika mesafede bulunan Stellenbosch Şarap Vadisine gidiyoruz (Alternatif arayanlar Franschoek Şarap Vadisi ile şehrin içerisinde yer alan Costantia Bölgesi’ndeki şarap evlerini deneyebilir.).
İkinci gün benim aslan görme isteğim ağır basıyor ve günü birlik kısa bir safari turuna gidiyoruz (www.inverdoorn.com). Sabahın erken saatlerinde yola çıkıyoruz. Şehirden safari yapacağımız bölgeye 2 saat içerisinde varıyoruz. Sabah kahvaltısı ardından araçta nelere dikkat etmemiz, neleri yapmamamız gerektiğine dair kısa bir eğitim alıyoruz. Anladık, araçtan inmek yok…
Leopar, aslan, fil, bufalo, su aygırı, zürafa, devekuşu, gergedan, zebra…Hayvanlar alemi aklımızı başımızdan alıyor.
Ertesi gün “Cape Peninsula” turu yapmaya ve Afrika’nın en güneydeki noktası Ümit Burnu’nu görmeye gidiyoruz. Ümit Burnu, 1488’de Portekizli kaşif Bartolomeu Dias tarafından keşfedilmiş.
Yol üzerinde Clifton &Champs Bay’e uğruyoruz. Haut Bay’e geldiğimizde ise fok balıklarının bulunduğu adaya (Seal Island) gidiyoruz. Adada sadece fok balıkları var ve feci kötü kokuyor. Hayatımda hiç bu kadar fok balığını bir arada görmemiş olan ben büyük bir şaşkınlık yaşıyorum.
Ümit Burnu’ndan sonra penguenleri görmeye Table Mountain National Park’a gidiyoruz. Boulders Plajı’nda penguenlerin bulunduğu koyun hemen yanında insanlar denize giriyor. Bu şehre hayranlığım ve aynı zamanda şaşkınlığım git gide artıyor. Burada yaşayan penguenler kutupta yaşayanlardan farklı, deniz kenarında, kumda yürüyorlar. Penguenleri kutupla özdeşleştirdiğim için bu görüntüyü biraz yadırgıyorum. Unutmadan, bu penguenlere “jackass” deniyor.
Son günümüzü ise V&A Waterfront ve şehir merkezinde geçirmeye karar veriyoruz. V&A Waterfront tam anlamıyla turistik bir yer. Birçok dükkan ve lokantanın bulunduğu bölgede sokakta dans eden yerlileri izleyebilir, amfitiyatroda sahne alan çalgıcı ve müzisyenler eşliğinde geç saatlere kadar iyi vakit geçirebilirsiniz. Burada ayrıca Victoria Wharf Center isimli bünyesinde birçok mağaza ve restoranı barındıran güzel bir alışveriş merkezi de var. Balık meraklısı ben, hem Atlas hem Hint Okyanusu’nda yaşayan balıkların ve deniz canlılarının bulunduğu Two Oceans Aquarium’u da görmemezlik etmiyorum (www.aquarium.co.za). V&A Waterfront’taki güzel oteller The Cape Grace Hotel ile Table Bay Hotel.
V&A Waterfront’ta beğendiğim restoranlar “Societi Bistro” ile Güney Afika’nın” en iyi et restoranı” ve “en iyi şarap listesine sahip restoran” ödüllerine sahip Belthazar. Burada antilop etini denemenizi öneriyorum.
Şehir merkezi oldukça kalabalık. Victorian tarzı binaların ve şık dükkanların olduğu Long Street, 1806’dan beri kurulan ve Güney Afrika’ya özgü mutfak eşyaları, biblolar, çalgılar gibi bir sürü hediyelik eşyanın satıldığı Green Square Market, Iziko Güney Afrika Müzesi, Jan van Riebeeck’in bahçeleri görülmeye değer.
Cape Town’da Başka Neler Yapılabilir?
Şehrin en hip mahallesi Woodstock’ta galerileri gezebilir, Afrika’nın ünlü ressamlarının, fotoğrafçılarının eserlerini görebilirsiniz.
Kloff Street boyunca yürüyerek bir sürü minik butikten alışveriş yapabilirsiniz.
Cumartesi günleri kurulan pazarı ve antikacılarıyla ünlü Old Biscuit Mill’de bir öğleden sonra geçirebilirsiniz.
Clifton Plajı’nda denize girebilir (Suyun sıcaklığı yaz aylarında bile 16 derece civarı) veya False Bay ya da Fish Hoek’ta sörf yapabilirsiniz.
Nelson Mandela’nın 27 yıl boyunca hapis yattığı hapishaneyi görmek için Robben Adası’na gidebilirsiniz. Ada 400 yıl boyunca hapishane dışında karantina ve akıl hastanesi olarak kullanılmış. Şu anda ise UNESCO’nun “Dünya Kültürel Mirası Listesi”nde yer alıyor.
Bir cevap yazın