Pazar günü hava yağmurlu. Zaten Pazartesi kapalılar diye Pazar’ı müze gezmesine ayırmıştık, iyi oldu. Şehir merkezindeki terminalin önünden 56 numaralı otobüse bindin mi, National Museum’a (Milli Müze) 2dakika mesafede iniyorsun. 11’den önce gelirsen, kapıda müzenin açılmasını bekliyorsun (www.nationalmuseum.se).
Müzede 16.000’den fazla resim ve heykel var. Bunları geçtim, geçici sergilerin de hastası oldum. Larsson’un “Ev” isimli eseri benim evimde olsun istedim. Ancak tam çıkarken en alt katta Stokholm’deki tasarım ürünlerini görünce aklımı orada bırakıverdim. Jan Hellzen’in tasarladığı Ikea sehpa şimdi mağazada satılanlardan, 1979 tasarımı. Meşhur Cobra telefonları da burada görmek mümkün. Aşağıda fotoğrafı olan dolap ofisimi süslese keşke.
National Museum’dan çıkıp iskeleye doğru yürüyoruz. Skeppsholmsbron köprüsünden geçip Skeppsholmen isimli adaya varıyoruz. Yürüyüş 10-15 dakika sürüyor. Burada Modern Sanat Müzesi’ni gezeceğiz (Moderna museet – www.modernamuseet.se). Modern Sanat Müzesi’nin yanındaki binada da Mimari Müze var, ilgini çekerse (Arkitektuur Museet – www.arkitekturmuseet.se). Modern Sanat Müzesi’nin müze dükkanını da favorilerim arasına ekliyorum.
Sonra 120 SEK ödeyerek eskiden kraliyet ailesinin avlanma yeri olan, şimdilerde ise kentin en güzel parklarına ev sahipliği yapan Djurgarden adasına gidiyoruz. Yolculuk 7-8 dakika sürüyor. Denizden 1961’de çıkarılmış görkemli 17. yüzyıl savaş gemisi Vasa’nın sergilendiği müzenin kapısında inanılmaz bir kuyruk var (www.vasamuseet.se). Bu nedenle Vasa’ya girmekten vazgeçip açık hava müzesi Skansen’e (www.skansen.se) gidiyoruz. Bu gemi sadece 100 metre gidip batmış, bu nedenle Vikinglerin utancı. Batma nedeniyse Kral Gustov II Adolf’un geminin çizimlerine sürekli müdahale etmesiymiş. Tersanedekiler de korkularından bir şey söyleyemeyince geminin kaderi batmak olmuş.
Skansen’e gelir gelmez karnımızı doyuruyoruz zira bu saate kadar aç kalmıştık. Skansen dünyanın ilk açık hava müzesi. İçerisinde İsveç’in her yerinden örnek evler, çiftlikler var, 150 tane kadar. Bunun dışında kahverengi ayıları görebileceğiniz bir hayvanat bahçesi de bulunuyor.
Yağmur dindiği için açık havada, orman içinde yürüyüş harika geliyor. Brage Hall’da dans gösterisi izliyorum. Town Quarter, city center ve Alvros Farmstead en beğendiğim bölümler. Skansen büyük bir alana yayılmış, adam gibi dolaşmak en az 2-3 saat sürüyor.
Skansen sonrası Vasa Müzesi’nin girişindeki kuyruk bittiğinden müzeye girebiliyoruz. Ortada içine giremeyeceğin kocaman bir gemi duruyor, ne yalan söyleyeyim beni pek heyecanlandırmıyor.
Akşam tekrar botla Gamla Stan’a, oradan da otobüsle Södermalm tarafına gidiyoruz. Bu bölgenin en hip caddesi Götgatan’da yürüyoruz. Götgatan’ı kesen Blekingegatan 40 numaradaki Pelikan’a gidiyoruz, akşam yemeği için. Burada tam anlamıyla İsveç mutfağı sunuluyor. Binanın ve restoranın 400 yıllık tarihi var. 6-7 metre yüksek tavan, duvarlarda ve tavanda Art Deco resimler, yerden yarıya kadar ahşap kaplı duvarlar, bank şeklinde koltuk/sandalyeler. Burası tam bana göre bir restoran. Restoranın işletmecisi genelde sanatçıların, ressamların ve oyuncuların yemek için burayı tercih ettiğini söylüyor. Rezervasyon kabul etmiyorlar, ama maksimum 15-20 dakika bekliyorsun. Mum ışığı ile aydınlatılan masaları var, restoranda sürekli kulağa hoş gelen bir uğultu var. Smorgasbord, “SOS”, ve Västerbotten (peynirli pie) deneyip beğendiklerimizden. Dönüşte metroya biniyoruz, Skanstull istasyonundan T-Centralen’e 4 durak sayıyorum.
Not: İlk gün neler yaptığımızı merak ediyorsan, buraya!
[…] günü neler yaptığımızı merak ediyorsan, buraya tık […]