İkinci gün sabah erkenden Bozcaada’nın en ünlü plajlarından biri olan Habbele’ye gidiyoruz. Günün büyük kısmını burada tembellik yaparak geçiriyoruz. Bozcaada’nın plajlarının çoğunda tesis yok. Habbele Mitos Beach istisna olanlardan. Ancak tesis diyorsam gözünün önüne Bodrum-Türkbükü gelmesin. Hasır şemsiye, plastik şezlongtan söz ediyorum. Mitos Beach’te en hoşuma giden şey kuma ilk adım attığımda gözüme çarpan tabela oluyor. Tabelada ne mi yazıyor; “Lütfen ayak izinizden başka iz bırakmayınız”.
Denizin hemen önündeki şezlonglar rezervasyonlu. Plajda şezlong rezervasyonu yapıldığını ilk defa görüyorum ve plaj kültürüm olmadığının farkına varıyorum. Zeynep “Fısıltı” diye bir kitap okuyor. Becca Fitzpatrick yazmış. Cennetten kovularak yeryüzüne düşen meleklerin hikayesini anlatıyormuş. Ben Zeynep’in Ipad’inde dergi bakıyorum. Benim yok ya, kıskançlıktan huysuzlanıyorum.
Gençten bir çocuk bulldog cinsi köpeğini gezdiriyor, henüz 6 aylık. Çocuğun ayağında cart sarı Crocs terlikler. Öğleden sonra sabahtan beri gülümsediği bikinili kızla tanışıyor, köpeği sağ olsun. Öğle yemeğini de burada yedikten sonra Ayazma tarafına doğru yola çıkıyoruz. Biz toparlanıp kalkarken fark ediyorum ki Crocslu çocuğun terlikleri bikinili kızın ayağında. Sıcak ya kum kız çıplak ayak yürüyemiyor tabii. Bizimki tam bir centilmen.
Unutmadan, Habbele’de 2 şezlong +1 şemsiye = 27 TL. Kredi kartı geçmiyor. Duş, tuvalet arıyorsan ve aşırı hijyen düşkünü değilsen, burada ikisi de mevcut.
Ayazma’da Vahit’in Yeri’ne gidiyoruz akşamüzeri atıştırması için. Ancak öyle methedildiği gibi nefesimi kesmiyor burası, manzarası güzel, o ayrı. Yemekleri bana göre biraz fazla yağlı ve tuzlu. Menüde kabak çiçeği dolma, ahtapot ızgara, peynir ezmesi ve sigara böreği var. Zeynep bu sefer Talay’ın şaraplarını deniyor. Vahit’in Yeri’nin hemen aşağısında Ayazma Plajı var. Haftaiçi olmasına rağmen kalabalık.
Zeynep Polente’de gün batımı keyfi yapmak istiyor, ben makinemi alıp sokak aralarında dolanmak istiyorum. Yemek saatinde buluşmak üzere ayrılıyoruz. Arnavut kaldırımı sokaklar, beyaz boyalı evler, renkli kapılar. Ada gerçekten güzel. Turizmin gelişmesi ile adanın her yerinde bir inşaat başlamış. Ada yeniden yapılanıyor.
Ben yemek öncesi Bakkal’a Paris’i görmeye gidiyorum. Bakkal’ın sahibi Burak İstanbul’da işletmeciymiş. O da şehir hayatından kaçanlardan. 3 yıl önce gelmiş adaya. Bakkal ilk zamanlar adada olmayan şeyleri (%50 organik ürünler, Ipod, güneş gözlüğü, şarküteri ürünleri vb.) satıyormuş. Sonra Burak’ın İtalyan bir arkadaşı gelmiş, yemek yapmış. İtalyan arkadaş gitmiş ama müşteriler yemek yemeğe gelmeye başlamış. Burak da önlüğü takmış, mutfağa girmiş. Mutfakta Burak’tan başka yemek yapan biri yok. Zaman içerisinde ekibe garsonluk yapan, dövmelerine hayran olduğum Nisan ve bulaşık ve temizliğe yardımcı sevgilisi dahil olmuş. Bakkalın nesi meşhur dersen kokteylleri, gelincik ve üzüm likörü. Ben içmiyorum ama Zeynep’e faydam dokunsun diye Burak’a ada şaraplarını soruyorum. Adanın en çok bilinen üreticileri; Corvus, Talay, Çamlıbağ, Gülerada, Ataol ve bu sene şaraplarını satışa sunan Amedeus. Burak Corvus’un Bornova-Misket (beyaz), Cabernet Sauvignon&Kuntra (kırmızı) ve Cruturk (kırmızı) şaraplarını, Çamlıbağ’ın Vasilaki’sini (beyaz) ve Talay’ın da Tenedos (kırmızı) şaraplarını öneriyor.
Akşam yemeği için sahile iniyoruz. Burada sıra sıra balık restoranları var. Yakamoz, Tenedos, Koreli. Listemde Gümüş Otelin önünde, Cümle Alem Cafe&Bar’ın yanındaki Yosun var. Denizin dibinde bir masaya oturuyoruz. Doğru yeri tercih ettiğimizi hemen arka masamıza Mehmet Gürs ve ailesinin oturmasından anlıyoruz. Meze dolabı olayını pek sevmesem de sahilde işler böyle yürümüyor. Susam otu, börülce ve istifno dolu bir ot tabağını bir çırpıda mideye indiriyorum. Midye dolmaları Zeynep ile paylaşmak zorunda kaldığım için kendime ikinci bir tabak söylüyorum. Zeynep deniz tarağı yiyor.
Yemek sonrası çocukluğumun tatlısı lokma alıp yürüye yürüye otele dönüyoruz. Yosun’un çaprazında MADO var. Ada tüm zincir restoranlar, kafelerden uzakken neden MADO var diye kendimce sitem ediyorum. Bu durumu beğenmiyorum. Bakkal’ın orada çay molası veriyoruz. Burak’ın misafirleri var. Beni adada geçen yaz açılan Limani Otel’in sahibi Akın ile tanıştırıyor. Akın 9 sene Sidney’de yaşadıktan sonra o adadan çıkıp bu adaya gelmiş. Sohbet güzel ama yorgunluk çöküyor. Akın bizi Limani’yi görmeye, kahve içmeye davet ediyor. Sabah için sözleşip odamızın yolunu tutuyoruz. Paris çoktan uykuda.
Sana Not: Limani Otel, Raki Restoran, Maya Restoran, Koreli, Sulubahçe ve Akvaryum Plajlarına da gittik. Onları da 3. bölümde yazacağım. Adada nerede kalınır, nasıl gidilir, nerde ne yenir, nereden alışveriş yapılır onlar da listemde. Keep reading!
Bir cevap yazın