Sakallı Cuma-Pazar dedi, klasik dedi, araba dedi, parça dedi. “Tamam” dedim, “Gelirim”. 4,5 saat sürdü uçak yolculuğu. Hava yağmurlu. Havaalanı şehir merkezi arası 30 dakika, şehrin merkezindeki otele yürümek yerine taksiyle varış süresi 55 dakika. Zaman hep yollarda geçiyor. Bavulu bıraktık, çıktık. Birmingham, İngiltere’nin Londra’dan sonra 1 milyona yakın nüfusu ile en büyük şehri. Duran Duran, Ozzy Osbourne burada doğmuş, kime ne! Unutmadan, Birmingham İngiltere’nin en Müslüman şehriymiş.
Otelin yanında şehrin en şık alışveriş merkezi The Mailbox var (Wharfside Street, Birmingham, B1 1XL). İçinden geçerek kanal kenarına (Main Line) gidelim dedik. The Mailbox’ta Harvey Nichols, Emporio Armani, Hugo Boss, Jaeger ve All Saints gibi lüks mağazalar yer alıyor.
Kanal boyunca küçük küçük kafeler, restoranlar var. Kiremitten binalar. Gün batımında kiremit rengi ne güzel.
Bu ördek de beni görünce durdu, poz verdi.
Uçak yemeği sevmeyen ben açım. Sakallı; “Seni süper bir hamburgerciye götüreceğim” diyor. Ne olsa yerim halinde olduğumdan kafamı sallıyorum. İşte bu sayede yediğim en güzel hamburgeri tadıyorum. Sakallı beni Handmade Burger Co’ya götürüyor (Waters Edge Brindleyplace B1 2 JB – www.handmadeburger.co.uk). O daha önce de gelmiş biliyor. Burası Times UK tarafından İngilitere’nin en iyi hamburger restoranı ve en iyi aile restoranı seçilmiş, bol ödüllü bir hamburgerci. Bluecheese burger, coleslaw salatası, koçanda mısır, soğan halkası, patates kızartması, Stella Artois ve Cola, toplamda 28.10 Pound’a. Vejetaryen olanları da düşünmüşler, vegi burgerler de var menüde.
Yağmur gene başladı. Yemek sonrası kanal boyunda yürümeye devam. Restoran şeklinde botlar, yağmura rağmen teraslarda bira içenler, mağazalar kapanmadan alışveriş yapanlar… ICC Symphony Hall’da burada. Dünyaca ünlü Birmingahm Flarmoni Orkestrası’nı yerinde dinlemek isteyenler buraya.
Otele dönerken gördüm bu güzel binayı.
Otelin köşesinde ise bu ışıklandırmaları gördüm. Renk seven gözlerim bayram etti. Çocuk gibi sevindim.
Ertesi sabah Sakallı parça alışverişine, ben aile ziyaretine Peterborough’a. Hastasıyım İngiltere’deki trenlerin, bütün ülkeyi trenle gezebilirsin (crosscountrytrains.co.uk). 2 saat gidiş, 2 saat dönüş, bir çay içimlik sohbet. Öğleden sonra biraz dolaşalım şehirde diyoruz. Şehrin merkezi Bull Ring.
Burada 140’tan fazla mağaza, bir sürü kafe ve restoran var. Birmingham Katedrali’nin içerisinde yer alan cam resimler görülmeye değer.
Alışveriş için, Mailbox’taki dünyaca ünlü Aiko, Guardian’ın Birmingham’ı ziyaret etmek için 5 sebep listesinde yer alan Needless Aley No.14’teki Disorder, Bull Ring’te yer alan The Pavilions, Corporation Street, High Street ve New Street. Bilanço: COS’tan yazlık bir-iki parça, hemen orada üşüyünce giymek için 10 Pound’a Primark’tan sarı bir hırka, Karen Millen’dan narçiçeği topluklu ayakkabı.
Buradaki Selfridges tam bir tasarım harikası. Camı olmayan, uzay gemisi formatında bir bina. Bakmaya doyamadım.
Kitap ve kırtasiye düşkünü ben, Waterstones’ta saatler geçirebilirim (128 New Street). Burası kitapçı olmanın yanı sıra bina olarak da çok güzel. Merdivenler, saat… Alınanlar: Living with the Books, When God was a Rab, 101 Bathrooms, B is for Beer..
Akşam şehrin en iyi restoranı dedikleri Bank’te yemek (4 Brindleyplace B1 2 JB –www.bankrestaurants.com). Oyumuz etten yana, biraz kuru ama. Kalabalık, keyifli bir restoran. Barı daha mı güzel ne?
Dönmeden önce kültür turu,Victoria Square. Town Hall, (Belediye binası), Council House. Meydandaki kadın heykeli, duvarlardaki sokak resimleri ve gene her yerde kiremit rengi. Sabah gene soğuk. Gene yağmurlu.
Unutmadan, İngiliz, butik sahibi ve TV-fashion star Brix Smith (Kırmızı rujunu severim) ile Gok, yeni programları Gok’s Clothes RoadShow’u Birmingham’da çekiyorlar ve sokak defileleri düzenliyorlar. Bana sorarsan Gok’s Fashion Fix’ten daha başarılı bir program.
Başka başka daha başka?
– Centenary Meydanı’nda saatlerce sıkılmadan dolaşabilirsin.
– Çikolata seviyorsan Cadbury’i ziyaret edebilirsin.
– Thinktank Müzesi’ni gezerek endüstri ve teknolojinin gelişimi hakkında kitap yazabilirsin.
– Avrupa’nın en büyük camilerinden biri olan 4.000 kişilik Birmingham Camii’ne gidebilirsin.
– Shropshire Best Bar None Awards tarafından ülkedeki en iyi bar unvanını alan Shrewsbury’s C:21’de sabahın erken saatlerine dek eğlenebilirsin. Haydi durma dans et!
– The Royal Shakespeare Theatre’ın sahneye koyduğu “King Lear”ı (Kral Lear) ya da “Romeo and Juliet”i veya dram sevmiyorum diyorsan Old Joint Stock Theatre’ın yorumladığı yanlışlıklar komedisi “Twelfth Night”ı (12. Gece) Shakespeare’in ülkesinde, yerinde seyretmelisin.
Not: Bu yazı i-am İstanbul’un Nisan bülteninde “Guest Blogger” köşesinde yayınlanmıştır.
Bir cevap yazın