Küçük farem,
Arkadaşlarımla yapacağım İsviçre seyahatinden bir gece önce öğrendim sana hamile olduğumu. Baban dışında kimselere söylemeden yola çıktım, seninle başbaşa. İkimiz bir haftada 5 şehir gezdik, günde 15 km yol yürüdük. İlk hediyeni Lozan’da yazar arkadaşım Hazal Teyzen (Yılmaz) aldı, minicik bir diş kutusu. Ben de sana kıyafet, tulum ya da patik yerine, bir dünya küresi aldım, birlikte çok seyahat edelim diye. Sonrasında o diş kutusuna ve dünya küresine saatlerce baktım, ne zaman evde göz göze gelsek, anne olacağımı, seni beklediğimi hatırlattılar bana, gülümsettiler beni.
8 Ekim sabahı, saat 10:55’te seni kucağıma aldım. Her ne kadar vaktinden erken doğmuş olsan da kelimenin tam anlamıyla bir mucizenin gerçekleşmesine tanık oldum ben. Sana sıkı sıkı sarıldım, bir yerini incitmekten çok korkarak. Çok beklemiştim ben seni, çok istemiştim, ne çok dua etmiştim. O günden sonra hayatım değişti benim. Çok sevdiğim işime sana bakmak, senle olmak, her anını yaşayabilmek için ara verdim, isteyerek. Seni emzirdim, ve emerken uyuya kaldığında yatağına koymak yerine dakikalarca seyrettim pembe yanaklarını. Kolik sebebiyle sen hiç susmadan ağlarken saatlerce ben de ağladım, göz yaşlarımız birbirine karıştı.
Her gece banyo sonrası tülbentle ağzını temizlerken dişin çıkmış mı acaba diye kontrol ettim, elime gelen o sertliğin yarattığı heyecanı gel de kelimelerle anlat.
Sana bir minik kedi almıştım, peluş, oyuncak. En çok onu sevdin, ilk gülücüklerini ona gösterdin, ona sarıldın. Olur da seyahatlerde kaybolur, sen üzülürsün diye bir tane daha aldım, yedek. Senden ayrı kaldığımız akşamlarda baş ucumda o vardı. O kediyle öyle çok oynadın ki ben de sana “Farem” diye seslenir oldum.
İlk adımlarını atabil diye sana minicik bir ayakkabı aldım, avuç içime sığan. Sonra o ayakkabılarla adım attın. İlk bir iki yere düşüş ve popo üstü oturuştan sonra, üç adım atıp bana sarıldın, dünyalar benim oldu. Şimdi kutusunda, ileride anlatılacak anılara tanıklık edebilsin diye saklıyorum ayakkabılarını.
İlk kelimen “Karga” oldu. Ama dolu dolu, harflerin üzerine basa basa “annneee” diye seslendiğinde, sanki her gün bu kelimeyi günde yüz kere duyuyormuşçasına “Efendim oğlum” diye yanıtladım seni, mutluluktan sırıtarak.
Telefonumun fotoğraflar bölümünde hep senin fotoğrafların var. Her gün en az üç beş tane çekiyorum. Seyahatlerde de makinem elimden düşmüyor. Sonra bunlardan fotoğraf albümleri yapıyorum. İlerde torunlarıma seni anlatırken bakabilelim diye. Babaannemin babamın çocukluk fotoğraflarına bakarken bize anlattığı hikayelerden nasıl keyif aldığımı hatırlıyorum.
Seni, artık gözlerini kapayan saçlarını kestirmek için berbere götürdüğümde en az senin kadar heyecanlıydım. Kesilen her tutam saç için üzüldüm ben, ancak sonrasında minik adamımın yüzü daha net ortaya çıktı diye de çok mutlu oldum. Yere düşen o ilk saçı saklıyorum şimdi.
İşim gereği seyahat ediyorum, her ne kadar birçok yere seninle de gidiyor olsak, sensiz gitmem gereken yerler de oluyor. O günlerde aklım hep evde, sende oluyor. Sık sık evi arıyorum, seni soruyorum. Otel odasında yatmadan senin fotoğraflarına bakıp videolarını izliyorum. Zaman zaman da gözlerim doluyor, özlüyorum seni, itiraf ediyorum.
Bütün gün iki dakika oturmadan koşturduğun halde, akşam hala nasıl enerjik olabildiğine şaşırıyorum. Kendimi yorgun hissettiğim böyle zamanlarda acaba sana yetişmeye gücüm yetecek mi benim diye kendimi sorguluyorum.
Ateşlendiğin geceler uykusuz başında oturuyorum. Senin sıkıntını gidermek, seni rahatlatmak için uğraşıp duruyorum. Sana bir şey olacak diye aklım çıkıyor, kimselere çaktırmamaya çalışıyorum.
Sen kaydırağın basamaklarını teker teker, ben seni tutmadan çıkıp sonrasında o kadar yüksekten tek başına, korkmadan kayabildiğinde ve sonra gelip bana sarıldığında avazım çıktığı kadar bağırıp “Oğlum ne yaptı gördünüz mü? Kocaman oldu benim miniğim ve kaydıraktan tek başına kaydı” diyerek sevincimi parkta oturan herkesle paylaşmak istiyorum, ama sadece senin kulağına fısıldayıp; “Aferin minik, harika kayıyorsun, seni seyretmeye bayılıyorum” diyorum.
Banyo sonrası yatmadan önce birlikte kitap okurken kafanı bana yaslayıp yatmanı, mis kokunu içime çekmeyi, burnuna minicik bir öpücük kondurup ışıkları kapatmayı seviyorum. Gecenin bir vakti uykudan uyanıp odana geliyor, açılmış üstünü örtüyorum.
Her gece, yatmadan önce sana bu satırları yazdığım defterimi elime alıyorum. O gün olan biteni, senin yaptıklarını, söylediğin komik cümleleri not ediyorum. Neden mi? Çünkü zaman bu kadar hızlı geçerken, iş güç, yaşama dair uğraşlarla boğuşurken sana dair güzellikleri, beraber geçirdiğimiz zamanı unutmak istemiyorum.
Anneler Günü neden her sene Mayıs ayının ikinci Pazar günü kutlanıyor bilmiyorum. Zira bence her kadının doğum yaptığı, o mucizeye tanık olduğu gün aslında Anne Günü. Sonrasında, çocuk büyütürken geçen her gün de size anne olmanın güzelliklerini hatırlatıyor. Benim gibi yeni anneler için bu bir adım, ilk diş, bir sözcük ya da bir gülüş olabiliyor. Anneler Günü’nde en büyük dileğim, önümde oğlumun büyümesini keyifle izleyebileceğim sağlıklı bir ömrümün olması. O beni şaşırtmaya devam ettikçe, mutlu olacağım garanti.
Not: Bu yazı 9 Mayıs 2015 tarihli Milliyet Cumartesi ekinde yayınlanmıştır.
Bir cevap yazın