Berlin’e ilk kez 1999 yılında Belçika’da okurken bir okul gezisi sırasında gitmiştim. Şehir üzerinde sürekli gri bulutları gördüğümden mi yoksa her tarafta vinçler, buldozerler, damperli kamyonlarla şehir tamamen bir inşaat sahasını andırdığından mı bilmem çok sevememiştim Berlin’i. Sonraları sanat, kültür ve tasarım anlamında sundukları sebebiyle biraz sempati duysam da bu son seyahatime dek aramız pek iyi değildi bu şehirle.
Aslında Berlin’i biraz da kendime benzetiyorum, sürekli değişim halinde, yenilikleri seviyor, kendini genç hissediyor, dinamik. Bir yandan da geleneklerine bağlı, eskiden vazgeçmiyor. Çok kültürlü, çok uluslu bir şehir Berlin, nüfusunun çoğu genç, eğlenmeyi seviyor. 1989’da Berlin Duvarı ile birlikte 40 yıllık komünist düzen de yıkıldığında derin bir nefes almış bu şehir, her şeye yeniden başlamak için. Belki de o yüzden sürekli devinim halinde, sürekli yenileniyor, değişiyor şehir, bilemiyorum. Ancak bu değişim burayı çekici de kılıyor, yalan yok!
Şehri nasıl gezmeli?
Sadece bana değil, kime sorarsanız sorun şehrin kalbinin Mitte’de attığını söyleyecektir size.
Otel önerisi
Hotel Mani: Benim severek konakladığım, beğendiğim otellerin başında geliyor. Mitte’de, ulaşımı kolay, pek çok yere yürüme mesafesinde. Üç yıldızlı olmasına rağmen beş yıldızlı bir konfor sağlıyor. Otelin tasarım oteli olduğunu söyleyebilirim. Odaları, dekorasyonu oldukça zevkli. Siyah rengin hakim olduğu otelin içinde bir de restoran bulunuyor.
Casa Camper: İspanyol ayakkabı markası Camper’ın oteli. İspanyol mimarlar Fernando Amat ile Jordi Tio’nun yaptığı otel metal kaplı bir dış cepheye sahip. Banyo perdelerinde her odanın numarası yazıyor ve gece ışıklar yanında perdeler dışardan görününce otelin soğuk cephesi insanın yüzünü güldürecek bir hal alıyor.
Lux 11: Şehrin stil sahibi otellerinden biri Lux 11. Eskiden KGB tarafından kullanılan bir binada tasarım oteli olarak hizmet veriyor otel. Otel daha çok sanatçılar, tasarımcılar, yazarlar tarafından tercih ediliyormuş.
Michelberger Hotel: Şehrin en ilginç oteli olarak nam salmış durumda. Eski bir fabrika binasından otele dönüşmüş. Kocaman ve ferah lobisi olan otel aynı zamanda uygun fiyatlı olmasıyla da tanınıyor.
Görülecek yerler
– Alman Katedrali ile Fransız Katedrali’nin bulunduğu Gendermenmarkt şehrin en güzel meydanlarından.
– Alexandrplatz popüler meydanlardan bir diğeri. Buradaki pek çok bina II. Dünya Savaşı sırasında yıkılmış ve sonra yeniden inşa edilmiş. Mitte’nin kafeler, butikler ve galerilerle dolu şu üç sokağını da listeye almakta fayda var; Augustsrasse, Mulacksrasse ve Alte Schönhauser Strasse.
– Eski Müze (Altes Museum), Yeni Müze (Neues Museum), Eski Ulusal Galeri (Alte Nationalgalerie), Bode Müzesi ile Pergamonmuseum’un bulunduğu Müze Adası sanat ve tarih meraklıları için görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Burası Spree Nehri üzerinde ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.
– Doğu ve Batı Almanya’yı ayıran kapı Branderburger Tor şehrin en büyük parklarından biri olan Tiergarten Parkı’na bakıyor.
– Duvar örüldüğünde Batı Berlin’in ticaret merkezi olan Charlottenburg Avrupa’nın en büyük çok katlı alışveriş merkezi KaDeWe’ye ev sahipliği yapıyor. Bu bölgedeki Kurfürstendamm Caddesi de tüm lüks markaları bulabileceğiniz bir cadde.
– Berlin Duvarı’nın en uzun kısmına ev sahipliği yapan Doğu Yakası Galerisi’nin (East Side Gallery) uzunluğu yaklaşık 1,3 km. Duvarın en ünlü çizimi eski Sovyet lideri Leonid Brezhnev ile Alman Sosyalist Partisi üyesi Erich Honecker’in dudak dudağa öpüşmesinin resmedildiği grafiti.
– Checkpoint Charlie, 1961’den 1990’a dek Doğu ve Batı Berlin arasında büyükelçiler, üst düzey yöneticiler ve onların ailelerinin geçiş yapabildiği özel bir kapı. Bugün sembolik olarak askerler nöbet tutuyor ve onlarla fotoğraf çektirip pasaportunuza damga bastırabiliyorsunuz. Yanında müzesi ve hediyelik eşyalar alabileceğiniz bir de dükkanı var.
– Holocaust Memorial, Nazi soykırımında hayatını kaybeden Yahudileri anmak amacıyla yapılmış bir anıt. Brandenburger Tor’un hemen arkasında yer alıyor anıt. Her biri ardı ardına yükselen ve labirent şeklinde dizilmiş dikdörtgen, adeta mezarı andıran taşlardan oluşuyor.
– Berlin Filarmoni Orkestrası, Avrupa’nın en iyi on orkestrasından biri. Berlin’in mimari olarak da en ünlü binalarından biri kabul ediliyor. Eğer klasik müzik seviyorsanız, mutlaka bir konser dinleyin derim.
– Bauhaus Archiv, Bauhaus akımının yuvası. Bu akımın ortaya çıkarttığı en önemli tasarımları görebileceğiniz bir müze. Bauhaus tasarımlarının birer kopyasını alabileceğiniz bir dükkanı da mevcut.
– Berlin Galeri, 1870’ten beri açık. Farklı sergilere ve sanat, müzik organizasyonlarına ev sahipliği yapıyor.
Yeme&İçme
Fischers Fritz: Berlin’in 2 Michelin yıldızlı lüks restoranı. Balık ve deniz ürünleri uzmanlık alanı. Ahşap duvarlar, beyaz örtülerle minimalist bir düzen sunuyor.
Grill Royal: Mitte’de bulunan bu restoran oldukça popüler. Arjantin, Fransız ve Alan etleri farklı soslar ve lezzetlerle birlikte sunuluyor. Duvarlarındaki rengarenk saatler ve her biri farklı renk koltukları ortamı sıcak yapmış. Elbette rezervasyon şart.
Borchardt: Mitte’nin yıldızlarından. Barack Obama bu restoranı tercih etmiş desem sanırım hakkında size de bir fikir verir. Fransız – Alman füzyon mutfağı uzmanlık alanı. İş adamları, ünlüler ve politikacıların uğrak yeri.
Pauly Saal: Grill Royal ekibinin ikinci restoranı. Mitte’nin popüler mekanlarından. Geleneksel Alman mutfağını biraz farklı şekilde sunuyor. Ancak, tavşan, kuzu ya da geyik eti denemek isteyenlerin de hoşuna gidecek bir menüsü mevcut. Turuncu kiremit duvarlar, yeşil kaplı koltuklar ve eski tarz klasik avizeler ile birbirine tezat ama bir o kadar da uyumlu bir dekorasyonu var. Rezervasyonsuz olmaz elbette.
Mogg: Küçücük, sevimli bir kafe burası. Pauly Saal’in olduğu binada bulunuyor. Ahşap masalarıyla sıcak bir havası var. Menüsü çok zengin değil ancak sandviçleri ve soğan çorbası lezzetli. Öğle yemeği için doğru adreslerden biri.
Alpenstueck: Mitte’de beğendiğim mekanlardan biri. Alman mutfağını farklı şekilde sunanlardan biri. Şnitzel ve elmalı tart yemek için buraya gitmeniz şart.
Madchenitaliener: Eğer et yemekten sıkıldıysanız ve farklı lezzetler denemek istiyorsanız buraya gidin derim. Sadece makarna servis eden bu restoranın kapısında kuyruklar oluyor. Bir öğrenci kafesini andıran dekorasyonuna aldanmayın. İtalya’da yediklerim kadar lezzetli makarnaları var. Kremalı, mantarlı makarnası favorim. Makarnalar kadar sosları da iddialı.
Burgermeister: Eski bir tuvaletin bir hamburgerciye dönüşmüş hali. Şehrin en popüler hamburgercisi elbette.
Cafe Einstein: (Kurfürstenstrasse 58) 1920 yıllardan kalma bir evde hizmet veriyor. Berlin’e gelip burada yemek yemeden olmaz. Dilerseniz şnitzel yemeğe öğlen gelin, dilerseniz elmalı tart yemeye beş çayı saatinde. Her saat kalabalık. Sanatçıları ve oyuncuları sık sık misafir eden bir cafe burası. Berlinliler de burayı kahvaltı için tercih ediyormuş.
Cassambalis: şehirdeki en keyifli İtalyan restoranlarından biri. Michelin’in de önerdiği restoranlar listesinde. Ortada mezelerin ve başlangıçların sergilendiği açık büfe bulunuyor. Menüsünde de tüm İtalyan lezzetlerini bulmak mümkün. Sıcak bir atmosferi var, duvarlarındaki sanat eserleri, tablolar da rengarenk. Elbette rezervasyonsuz yer bulmak biraz zor.
Ulaşım
Şehirde 2 havalaanı var, Tegel ve Schönefeld. Tegel, şehir merkezine 8 km mesafede bulunuyor. Buradan şehir merkezine gelmek 15-20 Euro arasında tutuyor. Schönefeld ise merkeze 20 km. mesafede, buradan taksi ile gelmek yaklaşık 30 Euro tutuyor. Berlin’de taksi Avrupa standartlarına göre ucuz, üstelik bizim bindiğimiz taksilerin neredeyse tamamında Türk şoför vardı, böylece Berlin hakkında pek çok şey de öğrendik.
Bir cevap yazın