Sabah erken saatlerde Serengeti’den ayrılarak Zanzibar’a uçmak üzere Aruşa’ya gidiyoruz. Abeid Amani Karume International Airport’a vardığımızda şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Burası 1920’lerden kalma bir görüntüye sahip. 2 kontuardan ibaret havaalanında yolcuların beklemesi için sadece 6 koltuk ve ufak bir cafe bulunuyor. Uçağa binmeden önce geçtiğimiz x-ray cihazı ise ufak bir dokunuşla yıkılacak hissi veriyor insana. Pır pır uçak olarak tabir edilen 12 kişilik Air Excel’e biniyoruz. Pilot nereye isterseniz oturabilirsiniz deyince hemen pilotun arkasındaki cam kenarı koltuğu kapıyorum. Alçaktan uçuyoruz. Yaklaşık 1 saat 20 dakika sonra Zanzibar’a iniyoruz.
Otelimiz Serena Inn, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Stone Town’un denize bakan kısmında yer alıyor. Şehirde Arap kültürünün etkisi mimariden dekorasyona net olarak görülebiliyor. Otele yerleşir yerleşmez kendimi Stone Town’un labirenti andıran dar sokaklarına atıyorum. Boyaları dökülmüş, pencereleri ya da kapıları eğri taş evler kente adını veriyor. Her ne kadar binalar çok harap durumda olsa da ahşap oyma kapıları tüm güzelliğiyle sapasağlam duruyor.
Eskiden Arap köle ticaretinin merkezi olan köle pazarı (Old Slave Market) şehrin en ilginç yerlerinden. Burada şimdi Avrupa ve Amerika’ya satılan kölelerin tutulduğu iki zindan müze olarak hizmet veriyor. Müzenin hemen yanında ise burada köleliği yasaklayan İngilizler tarafından yapılan Zanzibar’ın ilk ve en büyük katedrali (Cathedral Church of Christ) bulunuyor. Katedralin bahçesinde yer alan İsveçli heykeltıraş Clara Sornas imzalı birbirlerine zincirle boyunlarından bağlanmış beş Afrikalı köle heykeli köle ticaretini simgelemekte.
Sahil şeridinden yürümeye devam ettiğimizde 18. yüzyılda Portekiz saldırılarına karşı yaptırılan ve şimdilerde Tanzanya’nın geleneksel müziği olan Taarab konserlerinin verildiği Arap Kalesi ile 1883’te Umman Sultanı tarafından yaptırılmış olan Beytül Acaip (Acayip Ev/Harikalar Evi) karşımıza çıkıyor. Şimdilerde müze olarak hizmet vermekte olan ev Zanzibar’da elektrik ve asansörlü ilk ev olduğu için halk tarafından acayip karşılanan bu durum nedeniyle bu ismi almış.
Gerçek adı Faruk (Farrokh) Bulsara. Ama sen onu Freddie Mercury olarak tanıyorsun. Queen grubunun AIDS nedeniyle 1991’de hayatını kaybeden solisti Zanzibar doğumlu. F. Mercury’nin evi bu nedenle ziyaretçi akınına uğruyor. Ancak ev müze yerine butik otel ve yemek yerken Queen müzikleri dinleyebileceğin bir restoran bulunuyor. Alt katta ise hediyelik eşyalar satılmakta.
Zanzibar’daki son günümde baharat plantasyonu gezisine katılmaya karar veriyorum. Sabah erkenden kalkıp kimsecikler yokken denizin keyfini çıkarıp sonra baharat bahçelerini ziyarete gidiyorum. Zanzibar’da ilk baharat üretimi Umman Sultanı’nın talebi ile 1800’lü yıllarda başlamış. İlk üretilen baharat ise zencefilmiş. 18. yüzyılın sonlarına doğru Zanzibar tarçın, zencefil, karabiber başta olmak üzere baharat üretimi ile dünyanın sayılı baharat üreticileri arasındaki yerini almış. Baharat turunda dalından tarçın kesiyorum, hindistan cevizi suyu içiyorum, mango, ananas, karabiber, vanilya, yıldız meyvesi ve yedi çeşit limonun tadına bakıyorum. Tur sonunda buradaki kadınlar tarafından katkı maddesi kullanılmadan yapılan pasta ve keklerde kullanmak için vanilya esansı ile aloeveralı krem alıyorum.
Akşam yemeğinde cassava, yeşil muz, umbaazi (mercimek), haşlanmış tatlı mısır, vitumbua ve maandazi (hamur işi) var.
Stone Town’da alışveriş yapmak istersen İsviçre’li tasarımcı Doreen Mashika’nın Afrika’dan esinlenerek tasarladığı çanta ve ayakkabıları sattığı dükkana ve buralı kadınların ürettiği ürünlerin satıldığı Upendo Means Love’a, hediyelik eşyalar (magnetler, kupalar, şallar vs.) için ise Memories of Zanzibar’a uğra derim.
Perşembe sabahı erkenden Darüsselam’e uçuyoruz. Oradan THY’nin 04:45’te kalkan uçağı ile Nairobi’de 1 saat uçak içinde beklediğim aktarma ile öğlen saat 12:00 sularında İstanbul’a varıyorum.
Bir cevap yazın