Sabah kahvaltısından sonra Maral Köyü’ne doğru kısa bir araba yolculuğu yapıyoruz. Köyün camisini – ahşap mimarisi çok güzel – gezdikten ve biraz soluklandıktan sonra bugünkü hedefimiz olan Maral Şelalesi’ne doğru yola koyuluyoruz.
Araçtan indikten sonra yaklaşık 30 dakika yürüyerek varılan Maral Şelalesi’ne iniş çok dik. O bölgede çocukluğundan beri yaşayan Salih Arslan da üşenmeden toprağı eşeleyerek ahşap merdivenler çakmış inişi kolaylaştırmak için. Aksi halde, Maral Şelalesi’ne tepeden bakıp uzaktan seyretmekle yetinecektik.
Şelale 63 metre uzunluğu ile Türkiye’nin bir eğim kırığından tek seferde dökülen en yüksek şelalesi unvanını taşıyor. Yaz aylarında yağışın az olduğu zamanlar şelalenin suyu azalsa da döküldüğü yüksekliğin yarattığı güç ve rüzgar ile altına girmek biraz cesaret istiyor.
Bizim ekipte cesaret gösterip şelalenin altına girenler olsa da ben kenarda fotoğraf çekmekle yetiniyorum sadece. Ancak kenarda olmama rağmen rüzgarın etkisi ile tepeden tırnağa ıslanıyorum.
İnmesi mi çıkması mı daha zor bilemiyorum şelaleye ancak yukarı çıktıktan sonra kurulanıp Salih Amca’nın yeni demlenmiş sıcak çayından içmek iyi geliyor. Salih Amca kulakları pek duymadığı için yüksek sesle konuşuyor ve bize çocukluk ve gençlik yılları ile şelalede başkalarının başına gelen maceraları anlatıyor.
Dönüşte Camili Köyü’nde tekrar bir mola veriyoruz. Geçiş için özel izin gerektiren sınır karakolundaki askerler ile kısa bir sohbete dalıyoruz. Bu sırada bizim ekibin yarısı okulun bahçesinde voleybol maçı yapıyor.
Not: Doğu Karadeniz seyahatimin diğer bölümlerini okumak için buraya!
Bir cevap yazın