Salı günü sabahtan Beaubourg ve Les Halles bölgesine gidiyoruz. Burada beni çeken şey Paris’in modern sanatlar müzesi Centre Pompidou’nun borulardan oluşan renkli duvarları oluyor. Müze’de gazeteci Sylvia von Harden’in portresini ve kübist tekniği sevmesem de (Picasso duymasın!) Georges Braque’nin Le Duo isimli çalışmasını beğeniyorum. Bu bölgede Paris’teki son Rönesans dönemi çeşmesi Fontaine des Innocents’i ve Le Defenseur du Temps heykelini de görüyoruz.
Sonrasında 19. yüzyıldan kalma porselen bebek görmek için Musée de la Poupée’ye gidiyoruz. El yapımı porselen bebeklerin sergilendiği vitrinlere yüzümü yapıştırıp bebeklere hayranlıkla bakıyorum. Babamın Almanya’ya fotoğraf fuarına gittiğinde getirdiği kahverengi saçlı, pilli, o zamanlar nerdeyse boyum kadar olan bebek geliyor aklıma. Nedense bebeği değil babamı özlediğimi fark ediyorum. Müze çıkışında sesini duymak için arıyorum. Müzenin bir de bakım bölümü ile eski ve vintage oyuncakların satıldığı küçük bir dükkanı var. Eğer bebeğinizin doktor bakımına ihtiyacı varsa, burada tüm hastalıklara çare buluyorlar!
Montmartre
Öğleden sonra Montmartre’ye gidiyoruz. 19. yüzyılda revü ve kabare gösterilerini görmek ve genel evlere gitmek için bölgeye gelen ressam ve sanatçıların buluşma noktası olan Montmartre bence şehrin en güzel ve en renkli yerlerinden birisi. Tepeye tırmandığınızda sizi Sacré- Coeur Kilisesi karşılıyor.
Etrafta masalarını caddeye paralel olarak dizmiş cafeler, sokak ressamlarının eserlerini satın alabileceğiniz stantlar var. Montmartre Müzesi’nde bu civarda oturan ve resim yapan ressamların çalışmaları sergileniyor. Buraya kadar gelmişken Paris’in en yüksek noktası (130 metre) olan Place du Tertre’ye çıkıyoruz.
Paris’in en iyi bilinen gece kulüplerinden Au Lapin Agile (Çevik Tavşan) da bu bölgede bulunuyor. Binayı duvardaki tavadan atlayan tavşan resminden tanıyabilirsiniz. Sacré-Coeur ise gün batımında yanan ışıklar ile aydınlatıldığında bir başka güzel görünüyor insana. Kilisenin bronz kapılarına hayran oluyorum. Dönüş yolunda 2001 yılında çekilen Nicole Kidman’ın başrolde olduğu Moulin Rouge filminin esas yerine gidiyoruz. 1900’lerde dans salonu olan gece kulübünden bugüne sadece değirmenin kanatlarının orijinal olarak kaldığını öğrenince hayal kırıklığına uğruyorum. Her şeyi korumaya meraklı Fransızlar bunu nasıl olur da atlamışlar acaba? Sanıyorum ki kankan dansı orada ortaya çıkmamış olsa bile daima Moulin Rouge ile birlikte anılacak.
Musée d’Orsay
Son gün sabah erkenden en sevdiğim ressam Monet’in “Madame Monet ve Oğlu” serisinden bir tablosunu görmek üzere Musée d’Orsay’a gidiyoruz. Hava gene yağmurlu. Ana alandaki saati inceledikten sonra hızla 5. kata doğru çıkıyorum. Monet ile kucaklaşmamız dakikalar sürüyor. Şemsiyeli kadın bana ben ona bakıyorum. Sakallı; “Haussmann’daki galerileri görmek istiyorsan, madam ile vedalaşmalısın” demese bir süre daha bu bakışma durumumuz devam edecek.
Hausmann Pasajları
Haussmann’da yürürken Passage Jouffroy’u keşfediyoruz. Bebek evleri ve minyatürlerine bayıldığım La Boite a Joujoux (www.joujoux.com) ile Pain D’épices (www.paindepices.fr) bu pasajda yer alıyor. Ancak, bu pasajın hastası olmamı sağlayan dükkanlar bunlar değil. Tam pasajdan çıkmaya niyetlenirken Le Petit Roi’ı keşfediyoruz (39 Numara). Burası eski kitap ve çizgi roman satan bir dükkan. Sakallı vitrinde TenTen’leri görünce içeri giriyor, ben de peşinden. Arka tarafta Martine’leri bulunca dünyalar benim oluyor. Gilbert Delahaye’nin yazdığı, Marcel Marlier’in resimlediği Martine, Türkçe adıyla Ayşegül serisi benim çocukluğum diyebilirim. Annem saatlerce bana okurdu bu kitapları. Ayşegül, kardeşi Arda, köpeği Fındık ve kedisi Bıyıklı’nın maceralarını anlatan bu çocuk kitapları Şimdilerde Yapı Kredi Yayınları tarafından her ay 2 tane olmak üzere tekrar basılıyor. Favorim Ayşegül’ün Doğumgünü ve Ayşegül Mutfakta. Annem ile kitaptaki krep tarifini yaptığımızı hatırlıyorum. Ben bu serinin hem Fransızca’sını, hem Flamanca’sını (Tiny) hem de Türkçe’sini biriktiriyorum. Bu sebepten mağazada ne kadar Martine var ise hepsini aldım diyebilirim. Bavula sığmayan kitapları elde taşımak biraz eziyet olsa da yaptığım alışverişten dolayı pek mutluyum. Paris seyahatim sırasında beğendiğim diğer iki oyuncak ve minyatür mağazası ile Lulu Berlu (www.lulu-berlu.com) ile Dentelles et Ribambelles (www.dentelles-et-ribambelles.com).
Bu kadar gezdim de güzel kırtasiye keşfetmedim mi peki? Galeries Laffitte (27 Rue Laffitte) rengarenk deri kaplı defterleri ile aklımı aldı diyebilirim. Hangisini alacağımı şaşırdım ve tercihimi turuncu ve kırmızıdan yana kullandım. Kalemlerim için bir de deriden kılıflar aldım, çok havalı.
Başka başka:
Nereleri gezsem, görsem?
– İnşaatı 27 yıl süren Dome Klisesi’ni ve Napoléon’un mezarını ziyaret edebilirsiniz.
– Galata’yı andıran butiklere, dükkanlara ve galerilere sahip Paris’in en güzel bölgelerinden biri olan Marais’te dolaşın. Buradaki Picasso Müzesi görülmeye değer.
– Paris’in en güzel sanat evlerinden biri olan La Pagode’yi gezebilirsiniz.
Nerede kalsam?
Tüm odalarının tipik bir Paris dairesini andırdığı, Eyfel kulesi manzaralı Shangri La Hotel’de, Paris’in en yeni otellerinden biri olan ve Emilie Zola, Hans Christian Andersen gibi 25 farklı edebiyatçıdan ilham alan Pavillon des Lettres’te, The Sunday Travel’in “iyi hizmet&makul fiyatlı oteller” listesinde yer verdiği Design de la Sorbonne’da (odalarında iMac bilgisayar var ancak ucuz odaları biraz küçük, hatta küçücük!!!) ya da Rue La Fayette üzerindeki Hotel Jules’ta kalabilirsiniz.
Nerede yesem?
L’Arpege, L’Atelier de Joel Robuchon’da gastro-mutfak anlayışını sevenler için güzel tadlar servis ediliyor. Chez Jeanette 40’lı yılları andıran bir dekorasyona sahip Fransız mutfağı sunan bir restoran. Pain de Sucre’nin misket limonu kremalı frambuazlı tartöletlerinin mutlaka tadına bakın. Marché des Enfants Rouges’da ya da Astier’de güzel bir öğle yemeği, Miroir veya Le Bistral’de ise lezzetli bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.
Alışveriş
E Dehillerin, ünlü şeflerin mutfak eşyalarını aldıkları, eski tarz bakır tava ve tencereler bulabileceğiniz bir mabet. Papiers Peints (mobilya) ve Spree (butik) diğer beğendiğim dükkanlar. Her ne kadar artık İstanbul’da da şubesi olsa da Paris’e kadar gitmişken Laduree’den macaron almadan dönmek olmaz. Paris’in belli başlı iki büyük alışveriş merkezi olan Galeries La Fayette ve Au Printemps’ta aklınıza gelecek her şeyi bulabilirsiniz. Avenue des Champs-Elysées ve Avenue Montaigne lüks markaların bulunduğu caddeler. Sokak ressamlarının resimleri için ise adres Montmartre.
Not: Paris’te ilk iki günde neler yaptım merak ediyorsan buraya tıklamalısın.
Bir cevap yazın