Ertesi sabah günlerden Pazar. Bu sefer horoz sesleri ile değil de Gökçeada’nın ayakta kalmayı başarmış en eski kilisesi olan 1780’de inşa edilmiş Ayio Yioryios’un çanları ile uyanıyoruz. Otelde kahvaltı ediyoruz. Ama sen dilersen Rumlara özgü peynirli açık pideyi andıran ve adada sadece Zeytinli Köyü’nde yiyebileceğin cicirya’yı denemek üzere Madam’ın Evstratia Cicirya Evi’ne gidebilirsin. Buzla servis edilen vişne özü vişnadanın lezzetini de anlata anlata bitiremiyor içenler.
Kahvaltı faslı bitince denize girmeye adanın en güzel plajlarından biri olan Uğurlu Köyü’ndeki Gizli Liman’a gidiyoruz.
Günü burada geçiriyoruz. Öğle yemeği için ise Aydıncık Koyu’nda bulunan, 2,5 kilometrelik bir kumsala sahip Gökçeada Surf Eğitim Merkezi’ne gidiyoruz (www.surfgokceada.com). Ağırlıklı olarak Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya’dan gelen sörfçülerin konakladığı eğitim merkezi son iki yıldır da Türkiye Windsurf Şampiyonası’na ev sahipliği yapıyor.
Dönüş yolunda otele uğrayıp Nurten Hanım ve Nuri kaptanı alıyoruz. Nurten Hanım bir gün adaya yerleşme planımız olduğunu bildiğinden bizi İstanbul’dan adaya gelip yerleşen ve burada İmroza markası adı altında doğal zeytinyağlı sabunlar üretmeye başlayan Şule ve Aziz Bengi çifti ile tanıştırmak istiyor.
Güneşin batma saatleri yaklaşınca biz de Kaleköy’de Şule ve Aziz Bengi’nin muhtardan satın aldıkları evlerine misafir oluyoruz. Kapıda bizi Bengi çiftinin biri kurt diğeri terrier cinsi köpekleri karşılıyor.
TEMARİ birkaç yıl önce adada organik zeytinyağı üretimi ile uğraşan Ekozey firmasını ve fabrikasını satın aldı. Aslen gıda mühendisi olan Aziz Bey de o sıralar TEMA’da zeytinyağı ile ilgili çalışmalar yapıyor, adaya sık sık iş nedeniyle rapor hazırlamak için gelip gidiyormuş. O geliş gidişler zamanında adaya aşık olmuş ve reklam sektöründe çalışan eşi Şule Hanım’ı da ikna etmiş adada yaşlanmaya. Evi 4 yıl önce almışlar ancak evi onaracak, adada iş kuracak kadar birikimleri yokmuş. Bu nedenle Aziz Bey adada ne üretebilecekleri ile ilgili çalışmalar yaparken Şule Hanım çalışmaya devam etmiş. “Senelerdir satış ve pazarlama departmanında çalıştık, adada ev almaya gelince beğendiğimizi o kadar belli ettik ki tecrübemizi kullanıp muhtarla pazarlık bile edemedik” diyor Şule Hanım. Cihangir’deki evlerini kiraya verip sonrasında kira geliri ile adada yaşayabileceklerini düşünmüşler ancak bunun neredeyse imkânsız olduğunu söylüyorlar, zira adadaki evin içini yapmak, sabun atölyesi için gerekli malzemeleri almak sandıklarından daha pahalıya mal olmuş. Hayatında çekiç kullanmamış Aziz Bey Amazon’dan kitaplar, internetten alet çantaları sipariş etmiş ve her ne kadar kayınvalidesi “Biz gıda mühendisine kız vermiştik” diye şaka ile karışık sitem etse de kendi yaptığı atölyesinde sabun yapımını denemeye başlamış.
Aletlerin kullanımını öğrendikten sonra faturaları düşürmek için peynir yapımı, süt yapımı, şarap yapımı konusunda da çalışmaya başlamışlar. Elektrik faturasını düşürmek için yaptıkları rüzgar türbininin çalışacağına kimse inanmasa da adada elektrikler on beş gün süreyle kesildiğinde makinelerini çalıştıracak, evin birkaç odasını aydınlatacak kadar elektrik sağlamışlar. Yaptıkları ilk sabunları eşe dosta hediye edip güzel tepkiler aldıktan sonra web sitesini kurmuş ve seri üretim yapmaya başlamışlar. İlk büyük siparişlerini de Ege Orman Vakfı vermiş. Şule Hanım; “Büyük markaların bir kısmının %100 zeytinyağlı dedikleri sabunların içerisindeki zeytinyağı oranı %7 ile %35 arasında değişiyor, ancak konulan yağ %100 doğal zeytinyağı. Bu şekilde pazarlama stratejileri var” diyor. Oysa adını Gökçeada’nın Rumca ismi olan İmroz’dan Alan İmroza sabunlarındaki zeytinyağı oranı %70. İmroza aynı zamanda çevreye de saygı gösteren bir marka. Ambalajı, paketi hep geri dönüşümlü malzemelerden. Sadece sabunları değil, etiketlerini ve paketlerini de kendileri üretiyorlar. Tabiri caiz ise iki kişilik koca bir fabrika onlar. Sohbet devam ederken Şule Hanım kendi yaptığı kayısı suyunu, Aziz Bey’in ürettiği peynirlerden yapılmış börekleri ikram ediyor bize. Geçen yaz piyasaya sürdükleri sabunları web sitesi sayesinde çok talep görmüş; Amerika, Almanya ve İsviçre’den bile sipariş almışlar. “Sıradaki planınız nedir?” diye sorduğumda Aziz Bey yan gözle karısı Şule Hanım’a bakarak; “Krem yapmayı planlıyorum, el, vücut ve yüz için, kozmetik masrafımızı da azaltmak niyetindeyim” diyor. Güneşi üzerimize batırıyoruz, istemesek de veda etmek zorunda kalıyoruz. Annem için keçi sütlü, üzümlü ve gelincikli sabunlar alıyorum. “Adanın tatlarını, kokularını koyduk bu sabunlara” diyor Aziz Bey. Giderayak Şule Hanım ektiği domatesleri gösteriyor, “Salçamı kendim yapıyorum” diyor. Onu ölesiye kıskanıyorum, ne kadar zorlukları olsa da hayalini kurduğum hayatı yaşıyor. Kaleköy’e tepeden bakan deniz manzaralı bu evden ayrılırken Bengi çiftini tanıdığımız için mutlu, onlara komşu olmadığımız için üzgünüz. (İmroza sabunlardan sipariş için: www.imroza.com)
Akşam yemeğini otelimizde yemeğe karar veriyoruz. Menüde kılıç rosto var. Onun dışında otelin aşçısı Ayfer Hanım’ın hazırladığı rezeneli börek, yeşil zeytin, peynir ve cevizden yapılan Girit mezesi, bademli patlıcan salatasının da tadına bakıyoruz. Yemek sonrası Nurten Hanım ile otelin yenilenen verandasında çay içiyoruz. Adaya 1992’den beri gelen ve sonunda adada bir yazlık ev sahibi olan Hollandalı Jackline ve Peter Verhoef çifti de otele uğruyor. Çok akıcı olmasa dertlerini anlatacak kadar Türkçe konuşabilen bu çifte hayran oluyorum. Her yaz altı haftalarını adada geçiriyorlar. Dostları onlara “Sıkılmıyor musunuz burada” diye sorduğunda; “Adada yapılacak, görülecek çok şey var, tabii ne aradığınıza bağlı” diye cevap verdiklerini söylüyor Peter. Sakallı Yaşar Kaptan’ın balık maceralarını dinliyor. “Beni de götürün denize” diyorum. Yaşar Kaptan; “Teknede kadın olmaz” diyor gülerek.
Bir cevap yazın