Işıltılı kumarhanelerin, beş yıldızlı lüks otellerin, sabahlara kadar süren eğlenceli partilerin başkenti Las Vegas…
Ofis’ten arkadaşım Simge Los Angeles’ta yüksek lisans yapıyordu. Hem onu görmek hem de birlikte gezmek için Simge’nin bahar tatilinde gittim Amerika’ya. Simge ile Amerika maceramızın Los Angeles ve San Francisco sonrası üçüncü durağı Las Vegas’tı. Los Angeles’ta araba kiralayarak sabahın erken saatlerinde Las Vegas’a doğru yola çıktık. Los Angeles – Las Vegas arası dümdüz bir yol, ortalama 4,5 saat sürüyor araba ile. Thelma & Louise misali çıktığımız bu yolculukta 4,5 saat boyunca hiç durmadan araba kullanma ve konuşma becerisini gösterebiliyorum. Yol boyunca Simge’nin özel olarak seçiği ve benim sürekli “Simge değiştir!” diyerek söylendiğim, adını sanını bilmediğim grupları dinliyoruz.
Öğleden sonra Las Vegas’a varıyoruz. Bu oteller cenneti şehirde aylar öncesinden hangi otelde kalacağımızı planlamış, Ocean’s Eleven ve Ocean’s Twelve filmlerinin de çekildiği Bellagio’nun bize ev sahipliği yapmasında karar kılmıştık (www.bellagio.com).
Eminim hatırlayanlarınız olacaktır, Oceans Eleven’ın sonunda tüm ekip Bellagio’nun bahçesinde bulunan fıskiyelerin önünde toplanır ve fıskiye şovu başladığı zaman teker teker ayrılır kendi yollarına giderler. İşte Bellagio’da kalma sebebimiz bu müthiş fıskiye şovunu mümkün olduğunca çok seyredebilmekti. Bu nedenle, ısrarla ön bahçeye bakan bir oda talep ettik rezervasyon sırasında.
Otellerin ve kumarhanelerin bulunduğu Strip’te Yürüyüş
Eşyalarımızı odamıza bıraktıktan sonra başlıca kumarhanelerin ve otellerin yer aldığı Strip’te yürümek üzere otelden ayrıldık. Strip üzerinde şehir temalı oteller sayesinde Paris’ten Mısır’a, New York’tan Venedik’e doğru bir yolculuğa çıkmanız mümkün. Yürürken kendinizi küçültülmüş bir dünya içerisinde hissediyorsunuz. Miniatürk’e gitmiş olanlar ne hissettiğimi anlayacaklardır. Strip üzerinde yürürken beğendiğimiz otellerin içlerini de geziyoruz. Antik Yunan mitolojisinden esinlenerek yapılmış Caesars Palace ile içerisinde gondollarla gezinti yapabileceğiniz ve sanki Venedik’te olduğunuz hissine kapılmanızı sağlayan The Venetian, Bellagio’dan sonra favori otellerim arasında yerini alıyor. Neden mimarisi farklı oteller yapmak yerine Paris, Venedik gibi şehirlerin kopyaları otelleri yapmak istemişler diye düşünürken, bu sorumun cevabını Amerika’da yaşadığım dönemdeki kişisel tecrübelerime dayanarak kendim veriyorum. Amerikalılar seyahat etmeyi pek sevmeyen bir millet, genelde kendi ülkelerinde başka yerler görüyorlar. Avrupa onlara göre hem uzak hem de pahalı olduğu için, Avrupa şehirlerinin benzerlerini yaparak genel anlamda bir fikir sahibi oluyorlar. Ne yalan söyleyeyim, The Venetian’ın içerisindeki köprülerin ve binaların, gondolla yapılan kanal gezilerinin Venedik’tekilerden pek bir farkı yoktu.
Strip’te bizim gibi yürüyen neredeyse herkes turist, kimisi Amerika’nın başka şehirlerinden gelmiş, kimisi bizim gibi dünyanın öbür ucundan. Dikkatimi çeken ilk şey herkesin gayet mutlu olmasıydı, zira Las Vegas kutlamalar şehri… Kimi bekarlığa veda partisi için gelmiş, kimi balayı için, kimi doğum gününü kimi ise evlilik yıldönümünü kutlamaya. Şehrin nerdeyse tüm kafe ve barlarının girişinde striptizci veya eskort kız ve erkeklerin resim ve telefon numaralarını bulmak mümkün.
Dikkatimi çeken diğer bir şey ise, restoranların tuvaletleri dahil her yerde kollu kumar makinelerinin olması ve bu makinelerin önünde her daim birilerinin kumar oynaması. Otellerin içinde yürürken gece mi gündüz mü anlayamıyorsunuz. İnsanları daha çok kumar oynamaya teşvik etmek amacıyla vaktin gece mi gündüz mü olduğu anlaşılmasın diye otel kumarhanelerinde cam yok, saat yok. Sürekli bedava içki veriliyor. Kimi bu albenili dünyada milyonlar kazanıyor kimi varını yoğunu kaybediyor. Benim kumarla hiç ilgim alakam olmadığı için, Simge’nin almış olduğu 4 tane toplam 1 Dolar’lık jetonlardan ikisini kollu makinelere atarak iki günlük tatilimiz boyunca ilk ve son kumarımı oynuyorum. Bu anı hatırlamak adına da makinenin önünde belki on poz fotoğraf çektirmeyi ihmal etmiyorum.
Strip’te yürürken Mirrage’ın patlayan yanardağ şovunu, Treasure Island’ın önünde bulunan korsan gemisinde topların patlatıldığı, korsan kılığındaki akrobatların sunduğu değişik sahne şovunu ücretsiz olarak izleyebilirsiniz.
Otel gezimiz sırasında otellerin galerine de baktık ve bir galeri de Tom Everhart’ın Snoopy’lerini keşfettik. Snoopy benim çocukluğumun çizgi film karakteri. Hala Amazon’dan DVD’lerini alıp seyrederim. Terlik sevgimden dolayı da “Peppermint Patty” ile özdeşleştirildiğimi belirtmek isterim. Tom Everhart şahane bir ressam ve kendine konu olarak Snoopy ve arkadaşlarını seçmiş. Snoopy’nin türlü türlü hallerini, duruşlarını resmetmiş. Her bir resim önünde dakikalar harcayarak beğendiğimiz resimleri “Ayyy, sen esas bunu gördün mü?”, “Gel gel de şuna bir bak!” çığlıkları arasında birbirimize gösterdiğimiz galeriye bayılıyoruz ikimizde. Tekrar çocukluğa bir geri dönüş ve “Benim Snoopy’li neyim vardı biliyor musun?” konuşmaları arasında otelimize doğru dönüş yoluna geçiyoruz.
Akşam Yemeği ve Cirque Du Soleil
Las Vegas’ta sadece bir gece kalacağımız için akşam yemeğimizi güzel bir restoranda yemeye karar verdik. Simge bana sürpriz yaparak Cirque Du Soleil’in Bellagio’daki “O” isimli gösterisine önceden bilet aldığı için zaman kazanmak adına akşam yemeğimizi de Bellagio’nun içinde bulunan “Picasso” restoranda yedik. Picasso, iki Michelin yıldızına sahip, AAA Five Diamond Award almış, Pablo Picasso’nun hayatının büyük kısmını geçirdiği Fransa ve İspanya mutfağından seçenekler sunan şahane bir restoran. Restoran’da Picasso’nun bazı tablolarını da görmek mümkün. Üstelik Mart ayı olmasına rağmen hava güzel olduğu için terasta oturarak 20:00- 22:00 arası her 15 dakikada bir farklı bir şekilde ve farklı bir şarkı eşliğinde yapılan fıskiye şovunu da doya doya izliyoruz yemek sırasında. Picasso’nun başlangıç ve tatlı dahil 5 çeşit yemekten oluşan 2 farklı menü seçeneği var. Simge ile ben farklı menüleri seçip birbirimizin yemeklerinden de tadıyoruz.
Yemek sonrasında Cirque Du Soleil’in gösterisini izlemek üzere otelin kendi tiyatro salonuna gidiyoruz. Cirque Du Soleil dünyaca ünlü bir sirk topluluğu. Tüm şovlarında karografiyi, kostümleri ve müzikleri de kendileri yaratıyorlar. Akrobasinin inanılmaz şekilde kullanıldığı şovlar izleyenlerin nefeslerini kesiyor. Belirtmeden geçemeyeceğim, Cirque Du Soleil’in Emmy Ödülü de var. Biz Cirque Du Soleil’in “O” isimli su dolu bir havuzdan oluşan sahnede dalgıçlar ve senkronize yüzücülerin yer aldığı sürrealizm unsurlarını içeren gösterisini seyrettik. Gösteriyi baştan sona nefes almadan izledim diyebilirim. O kadar etkilendim ki, Simge’ye; “Keşke bir gece daha kalsaydık, başka bir otelde Cirque Du Soleil’in başka bir gösterisine giderdik” bile dedim.
Akşam Paris otelinin bahçesinde yer alan Eiffel Kulesi’ne bakan odamızda uyuduk.
Büyük Kanyon (Grand Canyon) ve Güneşin Doğuşu
Büyük Kanyon’a araba ile gitmemizin 6,5 -7 saat süreceğini öğrendiğimizde zamanımız olmadığı için bu sevdamızdan vazgeçiyoruz. Ancak ben bir daha buralara gelir miyim bilmediğim için Büyük Kanyon’u görmeden eve dönmek istemiyorum. Bu nedenle Büyük Kanyon’da helikopter turu yapmaya karar veriyorum. Helikopter turunu günün her saatinde yapabilmeniz mümkün ancak bu turu gün doğuşu, gün batışı ve gece yarısı yapmanın ayrı bir güzelliği var. Helikopter turu pahalı olduğundan ben bu seçenekler arasında kısmen ucuz olan gün doğumu turunu tercih ediyorum. Saat 06:00’da bizi alana götürecek otobüse binmek üzere otelin garajında olmam gerektiği için de saat 05:30’da kalkıyorum. Lobiye indiğimde herkesin akşam bıraktığımız gibi olduğunu hayretle görüyorum. Sanki sabahın körü değil de öğleden sonra bir saat. Yemek yiyenler, kumar oynayanlar, alışveriş yapanlar….Anlıyorum ki Las Vegas’ta hayat 7/24 aralıksız devam ediyor.
Otobüse bindiğimizde görevli her birimize güvenlik konularının anlatıldığı birer dosya veriyor. Alana geliyoruz. Her bir helikopterde pilot ile birlikte 7 kişi olacağız. Alanda da güvenlik konularını anlatan bir televizyon programı izliyoruz. Buna ek olarak, elimize gene güvenlik konularını anlatan kağıtlar tutuşturuyorlar. Şimdi; “Neden sürekli bu güvenlik eğitimini anlatıyorsun?” diyebilirsiniz. Helikopter maceramızda güvenlik önlemlerinin ayrı bir yeri var, birazdan onu da anlatacağım.
Güvenlik eğitimleri sonrası herkes tartılıyor. Bu sayede kimlerin hangi helikoptere bineceği belirleniyor. Ben İngiltere’den gelmiş bir grupla pilotun peşinden helikoptere biniyorum. Unutmadan, helikoptere binmeden önce pilotumuz da bir kez daha güvenlik önlemlerini anlatıyor ve belki 10. kere duyduğum şeyi tekrar ediyor; “Kapıları ben açacağım ve kapayacağım. Kapının içinde yer alan turuncu düğme sadece acil durumlar içindir, helikopter suya indiğinde ya da arıza inişi yaptığında kapıyı fırlatarak açmak için kullanılır. Bu düğmeye kesinlikle dokunmayınız.”
Süper fiyakalı kulaklıklarımızı takıyoruz ve “Mission Impossible” müziği ile havalanıyoruz. Cool!! Güneşin doğuşunu, Kanyon’un renklerini havadan seyretmek çok güzel bir deneyim. Verdiğim paranın her kuruşunu hak ettiğini söyleyebilirim bu helikopter olayının. 30 -40 dakikalık bir yolculuktan sonra ilk mola yerimize geliyoruz ve kanyonun ortalarında bir yere iniş yapıyoruz. Bizimle beraber kalkan diğer 4 helikopter de peşimiz sıra aynı yere iniş yapıyor. Pilot bize kek, kurabiye, şampanya ve meşrubat ikram ediyor. Kanyon’da piknik moduna geçiyoruz. Bu arada inanılmaz bir şey oluyor. Telsizler çalışıyor, insanlar bağrışıyor, biz ne olduğunu anlayamıyoruz. Ancak sonradan öğreniyoruz ki, on bin beş yüz doksan sekiz kere güvenlik eğitimi almamıza ve kapıları kesinlikle açmamamız bize tembihlenmesine rağmen diğer helikopterlerden birinde bulunan Amerikalı bir bayan helikopter yere iner inmez kanyon görme sevdasına acele ile inmek istemiş ve “turuncu düğme”ye basarak kapıyı açmaya çalışmış. Tabii kapı fırlamış yerinden ve kayaların üzerine düşmüş. Kapı geri takılabilse bile, camı kırıldığı için helikopter uçuş yapamaz hale gelmiş. Hasar bedeli: 25.000 Dolar. Ben ve helikopterdeki diğer yol arkadaşlarım o kadar çok güldük ki, en sonunda süper ciddi pilotumuz bile bu duruma sırıtır hale geldi. Amerikalıların neden her şeyi sürekli tekrar ettirdiklerini ve sıcak kahvenin üzerine bile “Dikkat Sıcak” yazma gereği duyduklarını o zaman anladım.
Kanyon gezime gelince, tek kelime ile muhteşem. Herkese tavsiye ederim.
Las Vegas’tan Dönüş
İkinci gün kahvaltıdan sonra otellerin içlerini gezmeye devam ediyoruz. Her otelin altında bir alışveriş bölümü var ve her birinde Louis Vuitton, Tiffany&Co, Prada, Gucci gibi markalar yer alıyor. Değil on metre ara ile, aynı cadde üzerinde iki tanesini göremeyeceğimiz bu mağazalar burada bakkal dükkanı gibi yan yana açılmışlar. Las Vegas’ta vergiler bir kısım eyalete ve şehre göre daha düşük. O nedenle insanlar deli gibi alışveriş de yapıyor burada. Las Vegas “motto”muz; “Kumarda kazan, Chanel’de harca”.
Öğleden sonra Las Vegas’tan Los Angeles’a dönüş yolculuğumuza çıkıyoruz. Simge’nin alışveriş planını es geçemeyeceğimiz için yol üzerinde bulunan outlet mağazalarına uğrayarak biraz da alışveriş yapıyoruz.
Çok hızlı geçen 48 saat sonrasında biraz yorgun ama keyifli bir şekilde Los Angeles’a varıyoruz.
Bir cevap yazın