Geçen hafta anne baba olmadan önce neler yapılması gerektiğine dair önerilerimi paylaşmıştım. Konu ile ilgili aldığım e-postaların bir kısmında hep aynı soru vardı; ‘Çocuksuz hayatınıza dair en çok neyi özlüyorsunuz?’ Oturup düşününce buna tek bir cevap vermekte zorlandığımı fark ettim. Anne olmak, aile olmak elbette çok güzel ancak insan çocukla yeni bir hayata ve düzene alışmaya çalışırken elbette eskiden yaptığı bazı şeyleri arıyor, özlüyor ya da ihtiyaç duyuyor. İşte benim – ve eminim çocuk sahibi olan bir sürü kişinin – çocuksuz hayata dair en çok özlediğim şeyler listesi:
Uzun kahvaltılar. Kahvaltı benim için günün en vazgeçilmez öğünü. Portakal reçelimi, glutensiz pankekimi ve bahçemden koparttığım domates salatalığımı yerken iyi demlenmiş çayımı yudumlayarak gazetelerin pazar eklerine göz gezdirmek küçük çocuklu bir anneye göre değil, zira bizler sabahın çok erken saatlerinde hazırladığımız omleti ya da peynirli ekmeği ufaklığa yedirmekle meşgul oluyoruz. Sabah saatlerini çocuğunu okula hazırlamakla geçiren annelerin durumuna değinmiyorum bile!
Gece boyunca uyku. Emziren anneler halimi daha iyi anlayacaktır. Her gece 2-3 saatte bir emzirmek için kalkmanın üzerine biraz kolik ve yanında bir de bebek reflüsü veriyorum. Diş çıkarma sürecini de eklediğimizde uykusuzluktan göz altlarımda oluşan mor halkaların nedenini sormaya gerek kalmıyor. Var mı arttıran?
Müzik dinleyebilmek. Oğlumun en sevdiği Barış Manço’nun ‘Arkadaşım Eşek’ şarkısı. Arabaya bindiğimiz anda; ‘Anne Arkadaşım Eşek aç lütfen’ cümlesini duyuyorum ve arabadan inene dek defalarca bu şarkıyı dinliyoruz. Pink Martini’nin ‘Get Happy’ albümünü almıştım, aylar önce, henüz baştan sona dinleyemedim bile.
Dostlarla sohbet. Konu fark etmez aslında. Seyahat, yemek, siyaset, alışveriş… Hepsi olur. Yeter ki içerisinde; ‘Hala emziriyor musun?’, ‘Gece uykuları düzeldi mi?’, ‘Ne zaman okula başlayacak?’, ‘Bakıcı bulabildiniz mi?’ ya da ‘Yemekle arası nasıl?’ soruları ve bu sorulara verilen uzun cevaplar, öneriler, ‘Benim bir arkadaşım çocuğuna şu yöntemi denedi’ ile başlayan cümleler olmasın.
Yalnız kalmak. Bu başlığın altını dilediğiniz gibi doldurabilirsiniz. Kitap okumak, ayaklarını uzatıp TV izlemek, puzzle yapmak, dergi karıştırmak… ‘Annneeee’ kelimesini duymadan geçirilebilecek, sadece bana ait zaman dilimleri.
Kişisel bakım. İlk zamanlarda oğlumu sık sık emzirdiğimden, sonrasında ise bakıcımız olmadığından eskisi gibi kuaföre gidemez oldum. Artık hareketlendiği için onu yalnız bırakmamak adına beş dakikada alınan sabah duşları, oğlumun peşinden koşarken sürülmeyi bekleyen ama vakit olmayan kremler… Makyajsız daha genç görünüyorum canım!
İsmimle çağrılmak. Eşim benimle bu konuda dalga geçiyordu, ama sonunda dediği oldu. Artık beni kimse adımla çağırmıyor. Okulda Kemal’in annesi olarak geçiyorum, hastane ve doktor ziyaretlerinde ‘Kemal’in annesi nasılsınız?’ diye soruluyor. İşin komik tarafı, oğlumun minik arkadaşları da bana ‘Kemal’in annesi teyze’ diye hitap ediyor. Yakında adımı duyup da tepki vermezsem, bilin ki unuttum.
Sağlıklı bir vücut. Bir yandan ufaklık sağlıklı kilo alsın istiyorum bir yandan da gittikçe ağırlaşırsa nasıl kucakta taşırım, onu düşünüyorum. Emzirirken öne eğilmek, gaz çıkarmak için kucakta taşımak, basamak inip çıkarken puseti sırtlamak, sürekli bebek ihtiyaçları dolu çantayı taşımak… Kol kası yaptığım doğrudur ancak bunu yaparken omurgamı da biraz yamultmuşum.
Küçük bavul ile seyahat. Eskiden, istersem bir haftalık bir seyahate gideyim, yeri geldiğinde minik bir bavula tüm eşyamı sığdırabilir, el bagajı ile seyahat edebilirdim. Şimdi ise oğlumla bir yere giderken bebek bezi, ıslak mendil, yedek kıyafetler, oyuncaklar ve daha bir sürü başka ihtiyaçlarla dolu bavulumuz elbette biraz büyük ve ağır oluyor.
Kesintisiz muhabbet. Ne zaman biri ile konuşsam, ister yüz yüze, ister telefonda hiçbir zaman sohbetimiz bölünmeden devam etmiyor. Araya ya ‘Annnneeee parka gidelim’ diyen oğlum giriyor ya da ben ‘Anneciğim lütfen boya kalemlerinle masayı çizme’ ya da ‘Televizyon sehpasına tırmanmıyoruz’ gibi cümleler kuruyor oluyorum.
Alışveriş. Ne zaman oğlum için alışverişe çıksak ve bir oyuncakçıya ya da kitapçıya uğrasak orada saatler geçirebiliyoruz. Benim sıkılmadan tüm oyuncakları incelemem, tüm kitapları göstermem ve seçtiklerimizi ona okumam gerekiyor. Ancak ne zaman benim için bir şeyler almak üzere bir mağazaya girsek oğlum ilk 3 dakika sonrasında ‘Sıkıldım, gidelim’ demeye başlıyor. Rahat rahat alışveriş yaptığım, beğendiğim ürünü kabinde deneyerek aldığım günler çok geride kaldı.
Romantizm. Birlikte film izleriz dediğim ve oğlumu uyuturken onun odasında uyuya kaldığım günlerin sayısı çok. Nadiren de olsa baş başa çıktığımız yemeklerde evi aramadığım dakikalarda gözümün sık sık telefona kaydığı da doğrudur. Ancak tam baş başa kaldık dediğimiz anda oğlumun uyanıp ağlayarak beni çağırmasında benim bir suçum yok, inanın.
Sessizlik. Fonda Arkadaşım Eşek şarkısı, bir yanda oyuncak org sesi, diğer yanda çiftlik evindeki hayvan seslerini çıkaran kitabın sesi. Tüm bunlara ek olarak da ortada koşup bazen kendi kendine bazen de benimle konuşan bir ufaklık. Sessizlik mi dediniz? Pardon o da ne?
Not: Bu yazı 23 Ağustos 2014 tarihli Milliyet Cumartesi ekinde yayınlanmıştır.
Bir cevap yazın